30 Kasım 2011 Çarşamba

First Lady mi dediniz ??




Dünya tarihinde, ondan başka hiçbir kadın önce ABD First Ladysi, ardından da Dünya'nın en zengin adamının eşi olmadı. Bunlardan herhangi bir tanesinin 10 da 1'i bile birçok kadının rüyalarını süslerken o ikisine de sahip oldu. Böyle bir güce, hayata sahip bir kadının da, yaşadığı acıları çekmesi ve hayatı boyunca huzuru bulamaması ise sadece ironi olarak nitelendirilebilir bence.

Hakkında birçok bilinmeyenle birlikte 1994 yılında bu dünyadan göçtü. Tarihe geçen, saygı duyulan büyük kadınların ortak özelliğidir, sırlarını mezara götürmeleri, o da öyle yaptı. Ne yaşadıklarını, ne JFK'yi, ne gördüklerini asla anlatmadı, yaşadığı hayata önce kendisi saygı duydu. Her ne kadar geçen Eylül ayında, 1964 yılında Tarihçi Arthur Schlesinger'e verdiği röportaj dokuz adet tape olarak ABC'de yayınlansa da, anlattıkları çok yüzeysel ve saygınlığına zarar vermeyecek gündelik şeyler.

Hakkında, Beyaz Saray'da yaşadıkları, Onnasis ile JFK yaşarken ilişkisi başlamışmıydı, Suikast günü giydiği ve üzerinde Kennedy'nin kanı olan pembe kıyafetin akıbeti gibi onlarca bilinmeyen ve gizem varken ben en çok Suikast anında ne hissettiğini merak ederim. İlk kurşun JFK'nin ensesinden giriyor, göğsünden çıkıyor, ellerini göğsüne doğru getiriyor, o an Jackline ona dönüyor ve muhtemelen vurulduğunu anlıyor. İkinci ve öldürücü kurşunun kafasına isabet etmesiyle o an arasında 4 saniye var, işte o 4 saniye tüm hayatı boyunca onunlaydı, belki o an onu aşağıya çekebilirdi, belki kendini sipher edebilirdi, veya ayağa kalkarak dikkat dağıtabilirdi, eminim hayatının geri kalanında bunun muhasebesini yapmıştır, her gün o 4 saniyeyi tekrar tekrar yaşamıştır. İşte böyle bir 4 saniyeyle yaşadığınız zaman muhtemelen, gücü de, parayı da, etraftakileri de çok fazla umursamıyorsunuz.

Resim bence Jackline'nin en güzel resmi, fiziksel olarak değil, onu en iyi anlatan resim olduğu için. Tüm yaşadıklarından sonra kendi gibi kalabildiği ve resimdeki doğal haliyle, hayat tarzıyla bir ikon haline geldiği için, onu en iyi anlatan resim.
Resim tüm ünlülerin belalısı meşhur paparazzi Ron Galella tarafından, New York Madison Avenue'da 1971 de çekiliyor. Galella'nın en önemli işi olmasının yanında, eski First Lady'nin Amerikan toplumu tarafından tekrar hatırlanmasını ve göz önünde olmasını sağlamıştır. Öyle ki gene aynı yıl içinde Onnasis'in özel adası Skorpios'da, yoga yaparken çekilen çıplak resimleri bile bu resmin etkisini yapamamıştır.

25 Kasım 2011 Cuma

Konuşma daha iyi...




Plaza Hotel NYC 1989, 90 lı yılların ikonu haline gelmiş 3 model, Linda Evangelista, Christy Turlington ve Naomi Campbell... o günlerin popüler yaşam tarzı, meslekleri ve magazin ile alakalı çok şey anlatıyorlar...

Sir Winston Churchill




Conventry yazısını yazarken, Churcill hakkında nette gezinirken yukardaki fotoğrafa rastladım. Siyaset tarihinin en inatçı, en kurt, en zor Politikacılarından biri. Hayatını, özel yaşamını, dehasını bir kenara bırakın. Kariyerinin ilk yıllarında Bahriye Nazırlığından sonra dibe vuruyor ve 40 yaşında fırçayı eline alıyor. Hayatının geri kalan 40 yılında ise bırakmıyor.

Resimde, politik resimlerindeki kibirinden eser yok, zaman durmuş, mutlaka kafasının içinde sadece o an ve resim var.

İnsanın en büyük ihtiyacı; ''Paralel kariyer'' içindeki insanı, çocuğu, sevgiyi bulmak için...

Kapanmayan Yara; Sarayova




3 Ekim 1992 tarihi modern Avrupa'nın ortasında yaşanan en büyük dramın başladığı gündür. 400 yıldır bitmeyen kan davasının hesabı kesilecek ve 1200 gün boyunca tüm dünyanın seyirci kalacağı katliam başlayacak.

Srebrenica, Kosova, Saraybosna'da insanlar göç ettirilecek, stadyumlarda ölülere yer kalmayacak, toplu mezarlar birbiri ardına kazılmaya başlayacak.

Bu etnik temizliğin tüm detayları bugün hala hafızalarımızda. Bu travmanın üzerinden henüz 20 yıl geçmişken, bu acılar nasıl unutulur, hayat nasıl devam eder, hep merak etmişimdir.

1984 Kış Olimpiyatları Saraybosna'da yapıldı ve tüm dünyanın gözleri 2 hafta boyunca bu güzel şehirdeydi. Oyunlar sırasında yabancı basın, hakemler, delegeler, hepsi merkez olarak Holliday Inn otelini kullandı.

Yukardaki resim 1986 yılında Tom Stodddart tarafından Holiday Inn'den çekilmiş. Eski Yugoslavya'nın sembollerinden biri olan Saraybosna İkizleri. İkiz binalara biri Sırp diğeri Bosnak ismi olan Momo ve Uzeir, halkların kardeşliğini ve beraber yaşamı simgelemek için hangisinin Momo hangisinin Uzeir olduğu hiçbir zaman belirtilmemiş.

Fakat ne acı ki; bu resimden 6 sene sonra bu kardeşlikten eser kalmadı. Holliday Inn de, İkizlerde bombardımanlar sonucunda harabe haline geldi. Fotografçı Tom Stoddart ise bu savaş sırasında görev yaparken yaralandı ama Yugoslavya aşkından hiçbir zaman vazgeçmedi. Bugün gördüğünüz birçok savaş ve savaş sonrası Yugoslavya resmi ona ait.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Fisher King




Fisher King ormanda dolaşırken yaralanan çocuk kral miti. Mite göre yaralanma şöyle gerçekleşmiştir. Daha ergenlik çağına erişmeden, Fisher King ormanda dolaşırken bir kamp yerine varır. Kamp yerinde hiç himse yoktur, ama bir kenarda yanan ateşin üstünde, şişe geçirilmiş bir salmon balığı kızarmaktadır. Çocuk kral, yaşının gereği bir saflıkla, balıktan bir parça koparıp yemek ister. Çünkü çok acıkmıştır. Ama parmakları fena halde yanar. Balığı yere düşürür ve duyduğu acıyı azaltmak umuduyla parmaklarını ağzına sokar. Parmaklarına bulaşan salmon balığı tadını alır. Ne var ki, çok kötü yaralanmıştır. O günden sonra çocuğa, bir balık tarafından yaralandığı için, Fisher King adı takılır. Mitin simgesel anlamı erkeğin ruhsal yaralarının çoğunun birey oluş sürecine, zamanından önce dokunmasından kaynaklanır. Erkek aynı zamanda hem yaralanmış hemde mutluluğun tadını almıştır.
Her birimiz birer Fisher King olduğumuzdan, birbirimize yabancılaşmamız günümüzün en ilginç roman konusu haline gelmiştir. Uzaklara gitmeye ne gerek var? bir sokak boyunca yürüyün ve insanların yüzlerine bakın. Hepsinde Fisher King izleri göreceksiniz. Hepimiz yaralıyız ve yaralı olduğumuz yüzlerimizden belli.

"Robert Johnson"



http://happybluemondays.blogspot.com/ da 12.11.2011 tarihinde yayınlanmıştır

Dünyayı Değiştiren Anlar V; Conventry





İkinci Dünya Savaşı, hala açığa çıkmamış sırlarıyla, bilinmeyen yönleriyle, cevaplanamayan sorularıyla bütün gizemini ve popülerliğini koruyor. Her çephe, bombalanan her şehir, her muharebe kendi içinde hikayeler barındırıyor ve bu dramlar bazı milletlerin varoluş sebebi, bazılarını birarada tutan ruh olarak tarihteki yerini alıyor. Son yıllarda tarihçilerin, komplo teorisyenlerinin, koleksiyoncularıni belgeselcilerin özel ilgileriyle yaşanan bu büyük dram sosyal bir vintage olmaya başladı. Her gün 2. Dünya Savaşının yaşandığı şehirlerle, bombardımanlarla ve savaş stratejileriyle ilgli yeni bir haber veya iddea yayınlanıyor.

İngilizler, Almanların Enigma marka elektro mekanik aygıt ile gizli mesajlarını şifreleyip tekrar çözdüğü Lorenz şifre sistemini çözmek için dünyanın en iyi matematikçilerini, bilim adamlarını bir araya getiriyorlar. Polonyalı ünlü matematikçiler Rejewski ve Zygalski ile İngiliz vatandaşı Alfred Knox, Wilfred Dunderdale ve özellikle Alan Turing tarafından mükemmelleştirilen Ultra şifre çözme sistemi Almanların Enigma kodlarını çözmeye başlıyor.

Tarih 14 Kasım 1940, Ultra sistemiyle İngilizler Almanların, İngiliz silah endüstrisinin can damarı olan Conventry'e saldıracaklarının şifresini çözüyorlar. Fakat Winston Churchill Ultra Sisteminin güvenliği ve şifreleri çözdüklerinin anlaşılmaması için, Ultra sistemini korumak amacıyla saldırıya müdahele etmiyor ve halkı Conventry'i boşaltması için uyarmıyor.

Almanlar 14 Kasım akşamı 500 uçakla tarihin en büyük bombardımanlarından birisini gerçekleştiriyor ve şehrin %75 ini yerle bir ediyorlar.

Savaş onca hızıyla devam ediyor Conventry Nisan 1941 de bir kez daha bombalanıyor, her iki saldırıda da yüzlerce sivil hayatını kaybediyor, İngiliz sanayisinin %50 sinden fazlası yok oluyor. Bunun karşılığında çözülen şifrelerle Fransa'da, Rusya'da, Belçika'da Almanlar ağır kayıplar vermeye başlıyorlar, Hitler'in en yakınlarına verdiği mesajlar bile şifreleniyor, Hitler şifrelerinin çözüldüğünü anladığında ise artık Almanlar için çok geç oluyor.Birçok tarihçinin bugün net bir şekilde ifadeleriyle savaş Almanların alehine hızlı bir şekilde ilerliyor ve bir yıl erken bitiyor.

Tarihin ilk kuralıdır, olayları o tarih içerisinde değerlendirmek, bizim gibi eğitimsiz toplumlarda, 1920lerin, 30ların olaylarını bugünkü AB normları üzerinden tartışırsan, o günün aktörlerini bugünkü koşullardan değerlendirirsen, yarın millet olarak ortak bir tarih bulamazsın. İngilizler Sir Winston Churcill'i büyük devlet adamı ve siyasi deha olarak tarihe yazdı. Bugün Sosyalist Parti veya Liberaller Parlementoda çıkıp Conventry araştırılsın diye soru önergesi vermiyor. Ogün itibariyle risk alan ve aldığı bu riskin Almanların sonu olacağını dört sene öncesinden gören delet adamlarını Büyük olarak niteliyorlar ve hesabı tarihe bırakıyorlar.

17 Kasım 2011 Perşembe

Terzi Fikri




Bir zamanlar tüm duvarlarda "Güneş Fatsa'dan doğacak" yazarmış...

Fikri Sönmez, namı diğer Terzi Fikri 1979 yılında tüm engellemelere rağmen Fatsa ilçesi bağımsız belediye başkan adayı olur ve seçimi kazanır (CHP'nin 1150, AP'nin 850 oyuna karşı 3096 oyla). Seçildikten sonra halk komiteleri oluşturur. İki ayda bir yapılan halk toplantıları ile de halkın belediye yönetimine katkıda bulunmasına çalışılır. Bu komitelerin üyeleri toplantılarda belediye çalışmalarını denetler, görüş ve fikirlerini rahatça söylerlerdi.
Komiteler sadece belediye ile sınırlı kalmayıp ; kumar, içki, evde şiddet gören kadınlar gibi toplumsal konularla da ilgilenirlerdi. Terzi Fikri belediyecilik demokrasinin bir sonucu değildir, demokrasi belediyelerde başlar fikri ile insanlara sahip çıktı. İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de yağı, tüpü, şekeri, unu karaborsadan satıp, birileri zenginliğine zenginlik satarken, Fatsa'da her şey vardı. Çünkü Terzi Fikri ve O'nun ideali paraya değil, insana değer veriyordu. O yüzden izin vermediler, karaborsacıya, faizciye. Bütün bu faliyetlerin ardından Fatsa Halk Şenliği düzenlenir, insanlar gönlünce eğlenirdi 12 Eylül faşizminin adım adım geldiği günlerde. İlçe kısa bir süre içinde Sosyalist Solun simgesi olurken sağcı basının ve politikacıların hedefi haline geldi.
11 Temmuz 1980'de ilçeye bir nokta operasyonu düzenlenir. Aynı gün gözaltına alınan Terzi fikri kaburgaları kırılana kadar işkenceden geçirilir. 4 Mayıs 1985 günü ise bir kalp krizi sonucu hapiste yaşamını yitirir. Böylece Türkiye çok benzerlik taşımada kısa bir dönem Paris Komünü benzeri Sosyalist Yerel Yönetim deneyimi yaşamıştır.
Kendisine vatan haini diyenlere şöyle yanıt vermiş Terzi Fikri "beton duvarlara, demir parmaklıklara mecbur edildiğim için hiç ama hiç üzüntü duymuyorum. Vatansever olduğumu bugün söylediğim gibi, yirmibeş seneden bu yana her yerde söyledim. Bunun için kavgalara girdim. İşkence gördüm, zindanlara atıldım. Eğer bir ülkede vatan, İsviçre bankalarında gizli hesap defterleri ve Amerikan doları olarak görülüyor ve bu insanlar da yönetimi ellerinde bulunduruyorlarsa vatan için darağaçlarını omuzlayanları elbette vatan haini ilan edeceklerdir."

Onu aşağılamak için kullandıkları Terzi sıfatını inadına taşımış, hiç yüksünmeden, gurur duyarak. Demiş ki "ben otuz yıla yakın geçimimi terzilik mesleğimle sağlamaktayım. Bana terzi olarak hitap edilmesi beni küçültmez, aksine yüceltir."

Son söz Can Baba'nın olsun artık..

"Her seçim döneminde
Göğünü yitirmiş bir ay gibi
Karadenize düşerim
Ilık bir düş vaktine dönüşür Fatsa
Gözlerimin tuzu Karadenize
Karadeniz gözlerime dolar
Agzım dilim dudaklarım arar
Ben Fikri yi ararım..."




http://happybluemondays.blogspot.com/ dan alıntıdır.