22 Şubat 2012 Çarşamba

''Ağlamakla inlemekle geçiyor ömrüm''




Konu sinema olduğu zaman tümevarımcıyım, benim için bir sinema filminin başyapıt olması için en önemli referans sarkmayan senaryo, iz bırakan, soluksuz izlenen sahne ve replikler. Oyuncu seçimi, görüntü yönetmeni, yönetmen, teknik daha sonra geliyor. O yüzden belkide Nuri Bilge Ceyhan'a karşı büyük bir saygım var, Cohenlerin karakterlerinden, muhteşem senaryolarından çok anlık sahnelerinden etkileniyorum, Kubrick hiç eskimiyor, Aronofsky ve Hitckok'un bir sahneyi gerektiği zaman 1 haftada çekmesi beni heyecanlandırıyor.

Yani bu pencereden baktığım zaman benim için Türk Sinema tarihinin rakipsiz başyapıtıdır Muhsin bey....

Hayattan devamlı gol yemiş, umutları tükenmiş Muhsin Kanadıkırık ve Urfa'dan türkücü olmak için İstanbul'a gelen Ali Nazik'in hikayesi. Filmin eleştirisi veya yorumlarıyla ilgili olarak, tüm bloglarda, sinema dergilerinde, sinema programlarının nostalji bölümlerinde hep aynı cümleler yazar veya söylenir; Köyden kente göç ile yozlaşan kültür, arabesk kültürünün doğuşu, dostlukların, tutkuların yerini alan çıkar dünyası....

Benim için Muhsin bey demek bir dönemin kapanması demektir. İlişkileriyle, Müziğiyle, şehir hayatıyla, yıkılan Beyoğlu ile, göçen levantenlerle, bir dönem tamamen kapanmaktadır. Baskın olmaya başlayan varoş kültürü, arabesk, çıkar ve menfaat dünyası filmde bu değişime bağlı paradikmalardır.
Cumhuriyet dönemi ve öncesinden itibaren bu şehire tanıklık etmiş tarihi beyoğlu tamamen yıkılırken, değişime direnemeyen, naif, hüzünlü bir İstanbul beyfendisidir Muhsin Kanadıkırık.

Filmin sonunda, hapisten çıktıktan sonra, kira ödeyememesine karşı evini olduğu gibi tutan ev sahibesine ''Eşyalarımı satın madam, size olan borcumu öder, çicekleri de.... atın gitsin'' demesi, bu düzene karşı mağlubiyetini kabul etmesidir. Son sahnede ise taş plaktan çalınan ve Muhsin bey'in yatakta uyurken rüyasında gördüğü ''ağlamakla inlemekle geçiyor ömrüm'' ise başka bir semtte, başka bir evde yeni bir dünya kuran, bbu değişime yenilen adamın içeriden hiçbir zaman teslim olmayacağının işaretidir.
Yavuz Turgul'un her filminde kullandığı bir senaryo takıntısıdır, topluma uyum sorunu yaşayan, mağdur karakterin, finaldeki tepkisi (Aşk filmlerinin unutulmaz Yönetmeni, Eşkiya, Züğürt Ağa, Gönül Yarası)

Muhsin bey gösterime girdiğinde 11 yaşındaydım, herhalde 30 defa seyretmişimdir, her sahnesinin ayrı bir etkisi vardır üzerimde, bugün bile seyrettiğim zaman yeni replikler, mimikler yakalıyorum. Huzurevi sahnesi, Polise teslim olması, Otobüsü durdurup Ali Nazigi indirmesi sarılmaları, diş ağrısı sahnesi, kahvedeki kayıt, hapishanede kasedi dinlemesi... hepsi başlı başına bir filmi götürecek sahneler....

Biz gene Muhsin bey ile bitirelim;

"Çiçekler ölmüş..Hepsi. Eskiden bir yer ayarlardın, güneşi iyiyse yerini de sevdiyse ne biçim açardı. Şimdi güneş aynı, ışık aynı, yer aynı...Suni gübre istiyorlar, 1-2 gram potas koyunca bir coşuyor namussuzlar ama sonra. Ölüyorlar..."

Yaşam ve Yazgı




Yirminci yüzyılın Savaş ve Barış'ı olarak kabul edilen son Rus klasiği Vasili Grossman'ın Yaşam ve Yazgı kitabı Ayşe Hacıhasanoğlu'nun bir buçuk yıl süren özenli çevirisiyle Can yayınlarından çıktı.

Özel kutusunda 3 cilt 1200 sayfa olan Yaşam ve Yazgı, Stalin Rusya'sını ve o dönemde her şeye rağmen direnen insanların hayatları üzerine bir başyapıt. Yazıldığı dönemde Sovyet yetkililerince üç yüz yıllık mahkumiyet cezasına çarptırılan, yazıldıktan ancak otuz sene sonra yayımlanarak, zamanla milyonlarca okurla buluşan bir kitap Yaşam ve Yazgı.

Heinrich Böll'ün tabiriyle "Bu roman sadece kitap diye adlandırılamayacak çok büyük bir yapıttır. Roman içinde birkaç romandır aslında; biri geçmişte, diğeri gelecekte iki tarihi olan bir yapıttır." Tarihçi ve yazar Antony Beevor ise, Yaşam ve Yazgı'yı II. Dünya Savaşı'nı anlatana en iyi roman olarak gösteriyor.

Özünde insan hayatının temel meselesi "Yaşam Özgürlüktür" cümlesidir. Ve bu kitap tamamen bu meseleye odaklanıyor.