4 Aralık 2011 Pazar

3 üncü Heykele doğru...


Her dönem güzel olan kadınlardır bu sektörde farkı yaratan, her yaşında her filminde farklı bir şey katarlar bu sanata. 2 Heykelcik ve 18 adaylık. 3.sü yolda, muhtemelen ''Demir Lady''ile 3. defa bu onuru yaşayacak ilk kadın olacak. The deer Hunter ve Kramer vs Kramer'den sonra her filminde kendi De Nirosu'nu da, Hofmann'ını da kendisi yarattı. Portresi Demir Lady'den sonra, bu ara sıcak.

Spielberg ve sinemanın altın çağı....




Uzun zamandır blogda genel sinema tarihi hakkında yazı yazmak istiyordum. Geçen hafta Steven Spielberg’in NY Times’a verdiği röportaj gazetelere yansıdı. Ne dedi üstad ‘’ Son 20 yıla ait filmleri seyretmiyorum, Bence sinemanın altın çağı 50-60 lı yıllardı’’. Gerçekten öyle mi ?? Bakalım….
Hep altını çiziyorum, savaşlar sonrası kendine gelen ve şekillenmeye başlayan çift kutuplu dünyada, travmaların atlatılması, kapital birikmesi ve insanoğlunun kendini güvende hissederek üretmeye başlaması, beyninde yeni yaşam alanları ve algılamalar yaratması 50 li yıllarla başlar. Bu sebeple bugün sinemadan fotoğrafa, popüler kültürden sanatın tüm dallarına, yaratılmış ikonlar 50 ve 60 lı yıllarda ortaya çıkmıştır.
Kişisel olarak sinemayla ilgili altın çağın 70 li yıllar olduğunu hep düşünmüşümdür, 80 lerden itibaren yükselen hızlı tüketimden sinema da payını aldı ve sektörel deformasyon başladı. 70 li yılların altın çağ olmasında bir çok etken vardır ve bunları birbirinden ayıramayız veya sıralayamayız. Öncelikle 60 ların sonunda başlayarak tüm dünyaya yayılan özgürlük isteği, sosyalizmin yükselişi, tüm dünyadaki kominist ve casus avı, Vietnam gibi sosyal olaylar yapımcılara ilham ve yeni fikirler verirken, teknik olarak 50 ve 60 larla başlayan sinema devriminin olgunlaşması, çok büyük şans ama sinema tarihini domine eden yönetmen ve oyuncuların bir çoğunun 70 lerde boy göstermeye başlamaları, sinemaya altın çağını yaşatmıştır.
Daha genel bir gözlemle; 50 ler 60 lar 70ler hatta 80lerin ortalarına kadar bir film vizyona girdiği zaman, onun bir başyapıt olup olmaması uzun yıllar içinde belirleniyordu. Bugün filmler daha yapım aşamasındayken, film eleştirmenlerinden, bloglardan, sinema dergilerinden gelen eleştiriler, yorumlar ve yönlendirmelerle insanların kafasında önyargılar oluşuyor ve orta vadede yapılan işin büyüsü bozuluyor. Bugün bir filmin veya albümün pazarlaması işin içeriğinin önüne geçiyor ve çoğu zaman olumsuz yönde etkiliyor ve birçok başyapıt veya devrim sayılacak eser gerçek değerini bulamadan unutuluyor.
Madem üstad 50 ve 60 lar altın çağ diyor, üzerine söyleyebilecek ne sözümüz olabilir ki?? Biz de o yıllardaki kişisel en iyi 10 listemizi yapalım.

1 Vertigo (1958)




Listedeki her film bir ikon veya başyapıt olduğundan uzun uzun yazmaya gerek yok. Vertigo Hitchcock haftasonlarının olmazsa olmazıdır. İlk gişesi çok başarısız olmasına ve yapımcısının zarar etmesine rağmen ilerleyen yıllarda, özellikle New York’un bohem kesiminin filme olan büyük ilgisiyle yeniden keşfedildi. 1989 Yılında ABD Ulusal Film Arşivinde saklanmasına karar verilmiştir. Özellikle Kim Novak’ın performansı halen tüm zamanların en iyisi olarak gösterilir. Müzede Kim Novak’ın resime bakma sahnesi bana göre, bugün Cohenlerin kendi karakterleriyle mükemmele yakın uyguladıkları, repliksiz büyülemenin başlangıcıdır. Filmin afişi yukarda dikkatli bakın, unutmayın yıl 1958…

2 2001 A Space Odyssey


Stanley Kubric'den varoluş, Darwinizm, köken ve hakikat üzerine kaotik bir başyapıt.
İnsanoğlunun Antik Yunan'dan, Mısır'dan, İnsiye okullarından itibaren peşinden koştuğu gerçek... size herşeyden yakınmıdır(içinizde)? yoksa onu bulmak için uzayda milyonlarca ışık yılı gitmek gerekir mi?? Bugün N.Bilge Ceylan'ın görselliğe dayanan ve soluksuz izlenen sahnelerini, Space Odyssey'den etkilenerek çektiğini düşünürüm. Kubrick filmlerinin ortak özelliğidir, bir defa seyrettiğiniz zaman kesinlikle bir şey anlamazsınız (Shinning, Clock Work Orange, Full Metal Jacket, Eyes Wide Shot, Lolita) Space Odyssey'de aynı, acı çekeceksiniz seyrederken ama aklınız o kadar çok bilinmeyen takılacak ki, düşünmeye başlayacaksınız, bir daha bir daha seyredeceksiniz ve her seferinde hakikat hakkında daha çok düşünmeye başlayacaksınız...

3. The Graduate (1967)


Hangi genç erkek kendinden büyük bir kadınla cinsel ilişkiye girme fantazisi kurmamıştır ki?? Babasının ortağının eşiyle ilişkiye giren Ben Braddock, kadının kızına aşık olunca tüm hayatı içinden çıkamayacağı bir girdaba doğru sürüklenir. Filmin bir diğer özelliği, NY 'da garsonluk ve tiyatrolarda oyunculuk yapan Dustin Hoffman'ın meşhur olduğu filmdir. Rol ilk olarak Gene Hackman'a teklif edilir, o sırada Bonnie and Clyde filmi için teklif alan Hackman ev arkadaşı Hoffman'ı önerir.

4. Psycho 1960


Çocukluğumuzdan itibaren hepimizin belleklerinde yereden sahnelerin filmlerinin (13. cuma, scream, ı know what did u do last summer...) atasıdır. Her korku filmi psycho dan etkilenmiştir, her yönetmen kendini bir sahnsine koymuştur.




Duş sahnesi sinema tarihinin en korkunç sahnesidir, Hitchcock gibi takıntılı bir mükemmeliyetçi bu sahneyi tam 9 günde çekmiştir. Hangi korku filmi seyredilirse seyredilsin bu sahne akla gelmeden bir filme başladığınız oldu mu??

King and I (1956)


Bugün Jennifar Aniston, Sarah Jessica Parker, Meg Ryan.. gibi yıldızların oynadığı ve sizi 2 saatliğine dünyadan ayıran sonra filmle alakalı birşey hatırlamadığınız Romantik Komedi filmlerininmiladıdır Kral ve Ben. Tabi ki her sahnesi her anı bugün hala hatırlnamakta ve unutulmazlar arasındadır. Peri masalı gibi bir mürebbiye hikayesi, filmle söyleyecek çok şey yok ancak, Atatürk'ü kim oynamalı tartışmalarını her duyduğumda tartışmasız ilk aklıma gelen ilk isimdir Yul Brynner, ama artık çok geç...

Rosemary's Baby (1969)



Roman Polanski'nin Nostaljik New York'da çektiği, fantastik gerilim. Genelde bu tür için bugün saçma sapan efektler, animasyonlar kullanılırken, şeytanın çocuğunu doğurması için hazırlanmış bir oyunun ortasında olan genç kadının hikayesi, hiç abartısız, gösterişsiz ve normal bir hikaye olarak basit bir şekilde anlatılmıştır. Mia Farrow^'un güzelliği ve muhteşem performansı, içgüdüsel sezgileri ona bu rol için inanılmaz bir doğal hava veriyor ve tabi Romanski dehasını da unutmamak gerekir. Filmde şeytanın çocuğunun doğması; Bohem NY'dan, hızlı bir şekilde günahkar NY'a ve oradan bütün dünyya yayılan kibir, sosyal yozlaşma ve yeni günahları sembolize ediyor.

Bonnie and Clyde (1967)


Bence sinema tarihinin en fazla ekmek yenmiş filmi. Bugüne kadar sayısız kere, dizisi filmi, klibi çekilmiş film. Western tipi banka soygunundan, günümüz saygunlarına geçiştir. Bence sinema tarihindeki bir diğer önemiise günaha kadının ortak olmasıdır. Çekildiği her dönemde isyanın, sembolü olmuştur.

An American in Paris (1951)


Müzikal ve Paris'in muhteşem görüntüsü, o gün için muhteşem dans showları,savaş sonrası belkide Paris'in sanatın merkezi haline gelmesini sağlayan film bugün Dünya'nın en iyi Müzikali olarak kabul edilmektedir.

12 Angry Man (1957)


Suçlu, suçlu değil, ortada olan cinayet üzerine mahkemede 12 adamın juriliğinde hukuka, kendi geçmişlerinie, bilinçaltlarına, çocukluklarına giden piskolojik gerilim. Bir suçun niteliği nedir?? ''Suç ve Ceza'' da Dosteyevski'nin bir anda okuyucuyu darmadağan etmesi, düşündürmesi ne etki yapıyorsa, film de kesinlikle adalet ve suç üzerine aynı etkiyi bırakıyor.


Lawrence of Arabia (1962)


Biz Türkler olarak hoşumuza gitmese de Albay Lawrence'ın hikayesi beyaz perdenin en saygın yapıtlaından biri. Hikayeyi hepimiz biliyoruz. Nokta.